1 Mart 2007 Perşembe

Küresel Isınma İçin Türkiyenin Attığı adımlar Kyoto Protokolu

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, 6 Şubat’ta düzenledikleri bir zirve toplantısı ile Türkiye’nin Küresel Isınma Eylem Planı’nın içeriği hakkında basın mensuplarına açıklamalarda bulundular.

Dünya çapında pek çok ülkede yapılan çeşitli zirvelerde gündem maddeleri arasında hızla ilk sıralara yükselen küresel ısınma tartışmaları ve çözüm önerilerinin Türkiye’deki yansımasına dair ilk açıklamalara, son bir kaç ay içerisinde Türkiye’de yaşanan yağış azlığına bağlı kuraklık tedirginlikleri hakimdi. Üç bakanlık, küresel ısınmaya dair uzun vadeli önlemler kadar, bugün başkent Ankara ve bazı diğer illerimizde yaşanan içme suyu sıkıntılarını gidermek adına alınan tedbirleri ve projeleri de açıklayarak, Türkiye’nin yeni Su Yönetimi ve Denetimi Projeleri’ne dikkatleri çektiler.

Türkiye’de ilk defa ilgili kamu kuruluşlarınca yürütülen araştırmalar ve çalışmalar neticesinde küresel ısınmaya karşı bir eylem planı raporu hazırlandı ve bu rapor önümüzdeki hafta ilk kez Bakanlar Kurulu’na görüşülmek üzere sunulacak. 1997 senesinde Kyoto Protokolu’nu benimseyen ve imzalayan ülkeler arasında dahi olmayan Türkiye, komşu ve çevresindeki ülkeler iklim değişimini önleyici eylem raporlarının dördüncüsünü hazırlamışken, henüz birinci resmi raporunu devlet seviyesinde görüşecek ve hedefleri kamuoyu ile paylaşacak.

Önemli bakanlıkların başındaki bu üç bakanın her birinin doğrudan küresel ısınmadan çok kuraklık ve bireysel önlem uyarıları taşıyan açıklamalarına geçmeden önce, Dünya’yı bu noktaya getiren sürece kısaca göz atalım.

Türkiye’nin, Dünya’nın Küresel Isınma Etkinlik Haritasındaki Süreci
Kyoto Protokolu 1997 senesinde ilk kez benimsendiğinde Türkiye imza atan ülkeler arasında bulunmuyordu. Bu konuda yalnız da sayılmazdı, Amerika Birleşik Devletleri, gelişmekte olan ülkeler sınıflandırmasındaki Hindistan ve Çin’in hızlı büyümesini göstererek ABD’nin ekonomik rekabet gücünün darbe alacağını belirtti ve Bush yönetimi resmi olarak Kyoto Protokolu’nu geri çevirdi. Aynı anlarda Türkiye’de bir devlet yetkilisi de benzer bir açıklama yapıyordu, “Türkiye’de sanayi durur, çünkü biz henüz o seviyeye gelmedik”. Küçük bir oranda da olsa iklim bilimci bazı araştırmacıların da desteklediği bir fikir olarak bazı endüstriyel ülkeler, yaşanan iklim değişikliğinin insana bağlı bir süreç olmasının gerekmediği ve bunun dünyanın milyarlarca yıldır geçirdiği iklim değişimlerinden biri olmaktan ibaret olduğunu savundular ve protokolun şartlarını reddettiler.

Kyoto Protokolu, küresel ısınma ve iklim değişimine sebep olarak endüstrileşmeyi ve sera gazlarının emisyonlarını gösteriyor ve ülkelere tutturmaları gereken sera gazları emisyon hacimlerinin sınırlarını önceden belirliyor. Endüstriyel ülkelerin gaz emisyonlarını 1990 öncesi sınırlarına yeniden çekmelerini hedefliyor. Aradan geçen zamana rağmen Kanada, ABD, Avustralya gibi ülkeler hala beklenen hedefleri tutturmuş değiller, hatta Kanada yüzde 30 oranında limit üstünde bulunuyor.

Kyoto Protokolu’nun benimsediği kararlar Montreal’de 2005 yılında yapılan İklim Değişimi Konferansı’nda resmiyet kazandı. Katılımcı 190 ülkenin emisyon sınırlandırması hedefleri belirlendi ve Kyoto Protokolu’nun ilk sürecinin sonlanacağı 2012 yılına kadar bu hedeflerin tutturulması istendi. Montreal Konferans’ı esnasında Türkiye’nin bu konuda belirlenmiş bir devlet politikasının bulunmaması ve proaktif bir varlık gösterememesi, kendisini sera gazı emisyonu yapan ülkeler sınıflandırmasında Amerika Birleşik Devletleri ile aynı şartlara dahil olarak bulmasıyla sonuçlandı. Türkiye, ABD gibi bir ülkeyle hiç hak etmediği halde aynı sürece zorlandı ve 2012’ye kadar sera gazı emisyonlarını belirlenen hedefe çekmesi istendi.

2 Şubat 2007’de Paris’te yapılan ve 2.500 bilim insanının katıldığı İklim Değişimi Konferansı, son yıllarda yaşanan küresel ısınmanın insan kaynaklı olduğunun kesinlik kazandığının ve Kyoto Protokolu’nun tüm koşullarının acele hayata geçirilmesi gerektiğinin açıklanması açısından çok önemli: “1995 yılı sonrasında gerçekleşen küresel ısınma %99 insan kaynaklıdır ve 1850 yılından günümüze yaşanan en sıcak 12 yılın 11’i 1995 yılından sonra gerçekleşmiştir.”

Nihayet bir devlet politikasının ilk sürecinin başlatılması ve Türkiye’nin İklim Değişimi ve Küresel Isınma’yı kriter kabul eden ilk Eylem Planı’na giden sürecin kısaca hatırlatılmasının ardından basın toplantısını düzenleyen üç bakanımızın sözleri ağırlıklı olarak, kurak geçen bir kışın yaşattığı sıkıntılar üzerinde yoğunlaştı ve ancak kısmen küresel ısınmayı hedefliyordu.

Zirvenin ardından üç bakanın açıklamaları sırasıyla şöyle gelişti:

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker
“Bu günkü sunuşumuzda, global ısınmanın uzun vadede Türkiye’yi tarımsal kuraklık bağlamında etkileyeceğinin bilincide olarak ve bu etkilerin sonuçlarının bertaraf edilmesi ve tarımı olumsuz yönde etkilememesi amaçlı tedbir önerilerimizden biri, tüm ilgili kuruluşların katılımıyla bir Tarımsal Kuraklık Koordinasyon Kurulu’nun kurulması ve çalışmalar yapmasıdır.

Bu arada tarımla ilgili olarak sulama suyunun ekonomik olarak kullanılması ve modern tekniklere geçilmesi ile ilgili aldığımız tedbirler bulunuyor ve bunlar da hayata geçiyor. Önümüzdeki yıllarda bu uygulamalara devam edilecek.

Son günlerin merak edilen bir tarımsal hususu olan tarımsal kuraklık şu anda Türkiye için bir risk oluşturmamaktadır. Spekülatif maksatla hububata dayalı olarak ifade edilen endişeler yersizdir. Ocak ayında alınan yağışla Çukurova Bölgesi’nde hububatta gerek çıkış ve gerek çimlenme sorunu aşılmıştır. Eğer Mart ve Nisan aylarındaki yağışlar yıllık ortalamalarında gerçekleşirse Türkiye’nin 2007 dönemindeki hububat üretim rekoltesinde bu şartlarda düşüş beklenmemektedir. Ben sözlerimi burada tamamlıyor sözü Sayın Enerji Bakanı’mıza devrediyorum, teşekkür ederim.”

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler
“Biz de bugün iklim değişikliklerinin Türkiye üzerinde etkilerini, özellikle enerji ve tabii kaynaklar ve mevcut barajlarımız açısından inceledik. Barajların doluluk oranına bağlı olarak bu yıl herhangi bir enerji sıkıntısı söz konusu değil. Bildiğiniz gibi ülkemizde yağışlar %50-55 oranında Mart, Nisan ve Mayıs aylarında gerçekleşiyor ve bu yağışların sıkıntıyı ortadan kaldırmasını bekliyoruz. Bu arada suyu, enerji haricinde ikinci önemli özelliği olan, sulama açısından da inceledik. Bölgesel olarak Büyük Menderes Havzası, Konya Kapalı Havzası ve Kızılırmak Havzası’nda bir miktar düşüş var. İçme suyundaki kullanım açısından Kocaeli, Bursa ve Ankara olarak üç ilimizde sıkıntı görünüyordu. Kocaeli ve Bursa’nın içme suyu sorunu gelen yağışlarla büyük ölçüde giderilmiş durumda. Ankara’da ise %9’luk bir doluluk oranı var ve Şubat - Mayıs arasındaki yağışlarla bu sıkıntının kalkacağını düşünüyoruz.

Bu arada, orta ve uzun vadede enerji hakkında neler yapabileceğimiz üzerinde göreve geldiğimiz andan itibaren çalışmalarımız sürüyor. Karbondioksit emisyonlarına neden olmayan çevre dostu enerji kaynakları olan; rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji ve hidroelektrik santralleri konusunda çalışmalarımız devam ediyor ve özel sektörden, yatırımcılardan büyük talepler alıyoruz. Türkiye’nin jeotermal enerji ve diğer enerji kaynakları atlasını çıkardık.

Suyla ilgili hedefimiz 2023 yılından on yıl öncesine çekildi. Konya Kapalı Havzası ve Büyük Menderes Havzası’nda sulama projelerimiz devam ediyor. Bunlardan en önemlisi Konya Bölgesi’ne büyük bir canlılık katacak olan Mavi Tünel projesi. İhalesi yapıldı ve çalışma süratle sonuçlandırılacak. Ayrıca Zamantı Tüneli ve Derebucak sulaması da bu yıl zarfında tamamlanacak.

Önemli bir başka konu da enerji tasarrufu ve verimliliğini esas alan yasa tasarısıdır. Meclis’te komisyondan geçti ve Genel Kurul’da oylanacak. Böylece enerjiye bağlı çalışmalarımız büyük ölçüde tamamlanmış olacak.

Devlet Su İşleri, daha önce %7 civarında olan kapalı boru sistemine büyük ölçüde geçiş yaparak bu oranı %50 düzeyine çıkardı. Amacımız bu açık kanalların üstünü kapayarak buharlaşmanın önüne geçmek ve sulamayı yağmurlama ve damla sulama teknikleriyle daha verimli olarak gerçekleştirmek.

Bildiğiniz gibi su artık çok daha değerli, petrolün değeri artış ve düşüşler gösterebilirken suyun değeri gün geçtikçe artıyor. Bunun bilincinde olarak ve çevreyi göz önüne alarak, yatırımlarımızı çevreye rağmen değil, çevre için yapıyoruz. Bu bilinçle çalışmalarımız sürüyor, teşekkür ederim.”

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe
“Artık dünyamızın değişmez bir gündemi var: Küresel Isınma ve İklim Değişikliği. Bu artık uluslarüstü bir mesele olarak bütün gündemlerin ana maddesini teşkil ediyor. Türkiye bu gerçeği yakından takip etmek ve kendi projeksiyonlarını yapmak durumunda. İşte bu nedenle bu son derece önemli durum karşısında üç bakanlık bu toplantıyla tavrımızı ortaya koymakla kalmıyoruz, mevcut durumun fotoğrafını çekiyoruz. Bundan sonra neler yapacağımızı toplatıya katılan müsteşarlarımız, teknisyenlerimizle görüşüyoruz ve onların hazırlayacağı bir raporla önümüzdeki yıllara ışık tutuyoruz.

İngiltere’de yapılan ve çevre bakanlarının katıldığı gayrı resmi bir toplantıda, bir senaryoya göre Akdeniz Havza’sının, Kuzey Avrupa’nın ve dünyanın diğer bölgelerinin iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğini gördük. En çok etkilenecek bölgelerden biri Akdeniz Havzası’dır. Bu senaryoya göre tarımsal faliyetler Akdeniz Havzası’nda azalırken Kuzey Avrupa’da artacak.

Paris’de yapılan son toplantıda da açıklandığı gibi küresel ısınmanın insan unsurlarından kaynaklandığını, büyük sanayileşme ve kentleşme olgusunun bir noktada bunu tetiklediğini artık biliyoruz. Son yüzyılda atmosferdeki sıcaklık 0,74 °C artmıştır. 2004 yılı içindeki İklim Değişikliği Konferansı’nı imzaladık, parlamentodan geçirdik ve İklim Değişikliği Koordinasyon Toplantısı’nı bütün bakanlıklar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarıyla birlikte yaparak birinci ulusal raporumuzu hazırladık.

Raporumuz, Türkiye’nin şu anda ne durumda olduğunu, emisyon değerlerini, önümüzdeki süreci nasıl yöneteceğini ve bu süreçte bütün kurumların hangi sorumluluğu alacağını dünyaya deklare ediyor. 1990 yılından 2004 yılına kadar 170 milyon ton olan emisyon miktarı 296 milyona çıkmıştır. Bunların %25’i ormanlar ve tarımsal alanlar marifetiyle yutulmuştur. Türkiye Kyoto’ya giden yolda iklim değişikliğine atfen hazırlamış olduğu bu raporla önemli bir adım atmıştır.

Kuraklık konusunda meteorolojinin bize verdiği rapor şöyledir: 1 Ekim - 1 Şubat arsındaki dört aylık sürede geçen yıla oranla %8’lik bir azalma söz konusudur.

Ancak şu anda Türkiye için bir kuraklıktan söz etmek meteoroloji raporlarına göre mümkün görünmüyor çünkü Türkiye’de Mart, Nisan, Mayıs aylarında daha fazla yağış alındığı hepimizin malumudur.

Burada daha fazla üzerinde durmamız gereken, yeraltı sularımızın kaçak kullanımı. Bu konuyla ilgili tüm bakanlıklar üzerine düşeni yapacaktır. Valiliklere genelge gönderdik, sulak alanların etrafındaki kaçak kuyular kapatılacak.

Suyun arz ve yönetimiyle ilgili sıkıntılar var. Talep yönetimi ve arz yönetimini birlikte bir toplantıda aynı masanın etrafında oturarak çözmüş olacağız.

Türkiye’de bazı şehirlerimizde içme suyu barajlarımızdaki su bugün alarm vermektedir. En başta Ankara geliyor. Bu konuda evdeki Ayşe Teyze’den ilkokul öğrencisi Hasan’a, kamyon şoförü Mehmed’den köylü Ali Amca’ya görevler düşüyor. Herkesin sorumlulukları var ve bunların bir kaçının altını çizmek istiyorum.

- Evlerde daha az enerji kullanan buzdolabı, çamaşır makinesi, ütü, ve az enerji tüketen ampuller kullanılmalı, çünkü çok enerji daha fazla emisyon demek, daha fazla küresel ısınma demektir.
- Buzdolapları evin en soğuk noktasına yerleştirilmeli.
- Çamaşır ve bulaşık makineleri tam dolu olarak çalıştırılmalı.
- TS damgalı ürünler kullanılmalı.
- Yiyecekleri düz tabanlı tavalar ve tencerelerde veya düdüklü tencerelerde pişirmeli.
- Lokanta ve işyerlerinde, kızartma yağları kanalizasyona dökülmemeli.
- Araçlarınızın karburatör, motor veya karterindeki atık yağlar kanalizasyona dökülmemeli. (Çünkü 1 litre yağ 1 milyon litre suyu kullanılmaz hale getiriyor.)
- Diş fırçalarken veya traş olurken musluk açık bırakılmamalı. (Bir tek musluktan bir ay boyunca damlama olması halinde, ayda bir buçuk ton su kaybı olmaktadır.)
- Radyatörlerin arkasına bir yüzü alimünyum folyo kaplı izopanlar yerleştirilmeli. (Bu ürünler yüzde 5 enerji tasarrufu sağlar)
- Binalar iyi giydirilmeli, izolasyonları tam yapılmalıdır.
- Araç sahipleri araçlarını rölantide uzun süre çalıştırmamalı ve hız limitinin üzerine çıkılmamalı. (Çünkü daha fazla yakıt tüketiyorlar ve daha fazla emisyona neden oluyorlar.)

Türkiye’nin yıllık enerji israfı 5-7 milyar Dolar’a tekabül ediyor. Hükümet olarak görevimiz kuralları koymak ve bunları denetlemek ancak bu işin onlarca aktörü olduğunu unutmayalım. Ben temenni ediyorum ki, Türkiye’m küresel ısınmadan ve iklim değişikliğinden en az etkilenecek ülke olsun.

En önemli çalışmalarımızdan biri Türkiye’nin ormanlarının geliştirilmesi. Türkiye, Amerika’da da, Finlandiya’da da yapılan yayınlardan da görüleceği gibi, Dünya’da ormanlarını geliştiren nadir ülkelerden. İklim değişikliğinin en büyük sigortası, su ve su kaynaklarının korunmasıyla ilgili yapılacak en önemli çalışmanın başında ormanlara sahip çıkmak geliyor. Havayı filtre ediyor, karbondioksiti absorbe ediyor, yutuyor, suyu muhafaza ediyor ve erozyonu önlüyor.”

Kaçak Su Kullanımı ve Denetimine Dair Projeler ve Önlemler
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker
“Konya Ovası’nda, Harran’da, Trakya’da aşırı su kullanımı söz konusu maalesef. Son yıllarda buralarda yeraltı sularının belirgin şekilde düştüğünü biliyoruz. Bu konuda denetimler yapılıyor, kaçaklar yakalanıyor. Enerji Bakanlığı, su tüketimi denetlemesi ile yetkili bakanlık ve bu konuda gerekenler yapılıyor.

Tarım Bakanlığı olarak, 2006 yılında Kırsal Kalkınma Desteklenmesi diye bir proje başlattık. Bu uygulamayla modern sulama tekniklerini %50 oranında hibe yöntemiyle destekliyoruz. 2006’da Türkiye genelinde 220 civarında projeyi onayladık. Damla sulama tekniği gibi modern sulama teknikleri kullanan projelerle gelen vatandaşalarımızın maliyetlerinin yarısını karşılıyoruz.

İkinci önemli husus, eğitim konusu. Gerek aşırı su kullanımı, gerek yeraltı sularının uygunsuz kullanımı, gerekse salma sulama diye bildiğimiz geleneksel açık sistemlerle sulamanın zararlı olduğu, toprağa daha çok zarar verdiği ve aşırı buharlaşmayla su israfına yol açtığı, hem de toprağın organik yapısını bozduğunun üreticilere anlatılması gerekiyor.

Yayın politikamızda değişiklik yaparak 2006 - 2007 yılları içerisinde, bu bilgileri köylülerle paylaşmak üzere 20.000 köyü çalışma alanı olarak belirledik ve 2.500 ziraat mühendisi ve veteriner hekimi göreve aldık. Bu bir eğitim işidir, destek işidir.”

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe:
“Aslında iki bakan arkadaşım konuya detaylı bir şekilde cevap verdiler ama Çevre ve Orman Bakanlığı olarak öteden beri yeraltı sularına karşı yapılan haksızlığı, bilinçsiz kullanmayı, gerek sanayi gerekse tarım, hakkını teslim etmek lazım. Yani Türkiye’de yeraltı suları bilinçsizce yalnızca tarımda kullanılmıyor. Bugün organize sanayi bölgelerindeki fabrikaların pek çoğu da maalesef yeraltı sularını kuyulardan çekiyor. Belki bir kısmı ruhsatlı ve izinlidir ama önemli bir kısnmının da ruhsatsız olduğunu biliyoruz. Bugünkü yapmış olduğumuz toplantı bizim hazırladığımız genelgelerle, Devlet Su İşleri’nin, bakanlıkların, kurumların bu ruhsatsız, kanunsuz tutuma karşı nasıl daha sıkı bir politika izleyeceğimiz belirtildi. Arkadaşlarımız bizden sonra oturacaklar ve bunun raporunu hazırlayacaklar. Bugün yapılan çalışmanın özünde aslında bu var. Belediyelerin parklarını, bahçelerini sulama suyunu arıtma tesislerindeki sulardan kullanmasını sağlamak, tarımsal faliyette kullanacak şekle getirmek. Yani atık su arıtılacak, tarımda kullanılacak, arıtılacak park ve bahçe sulamasında kullanılacak.”

Bakanlar daha sonra basın mensuplarının sorularına yanıtlar verip, teşekkür edip, ayrıldılar.

Hiç yorum yok:

 
eXTReMe Tracker